İNGİLTERE-LONDRA BİRİNCİ KISIM
LONDRA
Londra seyahatimi bilen arkadaşlarımın heyecanla beklediği an geldi. Oldukça merak edilen şehirlerden bir tanesi olan Londra, beş güne oldukça fazla şey sığdırmamızı sağladı. Bu nedenle de anılarımı ikiye bölerek aktarmanın daha iyi olacağını düşündüm. Yine geleneği bozmadan yazının girişini hep yaptığım gibi seyahatin öyküsünü aktararak başlatıyorum. 2018 Eylül ayında Prag gezimiz için Gülin ile havalimanında beklerken ona "2019 yılında kesin Londra yapacağız, şirketten arkadaşlarla karar verdik" demiştim. Öyle de oldu. Ocak ayında Haziran ayına yine önden biletlerimizi almış ve büyülü anın gelmesini bekler olmuştuk. Birlikte gezeceğim 2 arkadaşım daha önce Londra'da bulunmuşsa da benim sıfırdan yaptığım gezi programına hayran kaldıklarını ve biz bunları bilmiyorduk diyerek bu seyahatten duydukları memnuniyeti de belirtmek isterim(Tatillerini güzel planladığını iddia eden biri için önemliydi:)
Dolu dolu 5 gün geçirdiğimiz Londra anılarına başlıyoruz. İkinci kısım için sabırsızlanmanız en büyük dileğim😊
![]() |
Westminster Köprüsü |
1.GÜN
Londra gezisinin detaylarına girmeden Birleşik Krallık için vize işlemlerinden de kısaca bahsetmek isterim. Schengen vizesindeki acaba uzun süreli çıkacak mı endişesi burada yok. 6 aylık ile başlayan ve fazla para vererek daha uzun süreli başvuracağınız vize çeşitleri mevcut. Buradaki kritik şey, ilk başvuru için 6 aylık vize seçeneğini tercih etmeniz. 2 yıllık vize parası ile elinizde 6 aylık vize ile kalabilirsiniz. İşlemler kabaca benzer; yine bir sürü belge toplama telaşı sizleri bekliyor. Gelelim havalimanlarına. Türkiye’den 3 havalimanına direkt uçuş var. Bunlardan şehrin merkezine en yakın olanı Heathrow Havalimanı, bizim tercih ettiğimiz ve kısmen yakın olan Gatwick Havalimanı ve içlerinde şehir merkezine en uzak olan ve Pegasus'un hizmet verdiği Stansted Havalimanı. Biz, Thy ile 1.100 TL ödeyerek Gatwick Havalimanı olacak şekilde bilet işlemlerini tamamlamıştık. Bu arada belki denk gelenleriniz de vardır; İngiltere'ye zaman zaman gerçekten uygun bilet çıkabiliyor. O yüzden mutlaka hem uzun vadeli biletlere hem de kampanya zamanı Londra biletlerine göz atın derim.
Günün erken saatlerinde bindiğimiz uçak ortalama 3.5 saatin ardından bizi saat farkı sayesinde yine sabah saatlerinde Londra'ya götürmüştü. Değişik sürelerde ve fiyatlarda oldukça fazla ulaşım seçeneği mevcut. Shuttle hizmeti ile hep duyduğunuz Victoria Station’a öğlen olmadan varmıştık. Otelimiz Astors Belgravia buraya ortalama 5 dakika yürüme mesafesindeydi. İnstagramda çok fazla görebileceğiniz meşhur cup cake dükkanı "Peggy Porschen" tam otelimizin sokağındaydı. İçeriye gireni çok görmesem de bizim gibi fotoğraf çekmek için duran çoktu:)
Victoria Station, hem merkezi olması hem de çok fazla toplu taşıma için ortak bir istasyon olması sebepli turistlerin otel tercihlerinde yakınlarda olmak istedikleri bir yer. Ancak Londra ciddi anlamda iyi bir metro ağına ve çok sık duraklara sahip olduğu için şehrin güvenli kabul edilen başka bir çok yerinde de kalabilirsiniz.
Odamız henüz hazır olmadığı için eşyaları bırakıp hemen listeden gezmeye başladık. 3 kişilik bu gezimizde kimi zaman ayrılmak durumunda kalacaktık. Yarın, Londra'ya çok yakın bir şehirde master yapan arkadaşım da bize katılacaktı. Herkesin zevklerine göre güzel bir Londra gezisi hatırlaması için çalışacaktık:) Gitmeden önce gezmek istediğimiz yerleri ayrıntılı düşündüğümüz için başka gezilerimde hiç almadığım "pass" burada oldukça işime yaradı. İlk durağımız olan Westminster Abbey de bu bilet ile gideceğimiz yerlerden biriydi. Yürürken yolculuğumuza hep söylenen Londra yağmuru da eşlik ediyordu. Biz orada olduğumuz süre boyunca dolu gibi bir yağışa denk gelmedik ancak Londra'nın "ahmak ıslatan" tarzını sevdiği de bir gerçek. Bu muhteşem yapının içine girmeden kapıda biraz fotoğraf çekelim istedik. Hafif kalp çarpıntısı yaşatan olay da tam bu sırada vuku buldu. Fotoğraftan da anlayacağına inandığımız Asyalı birine telefonumuzu vererek bizi kilise ile birlikte çekmesini rica ettik. Kendisi oldukça işi ciddiye alarak baya gerilere doğru elinde bizim telefon gitmeye başladı. İkimizin kafasında da birçok acaba geçiyordu. Telefon geri gelir mi, daha ilk günümüz tadımız kaçmasın gibi gibi... Neyse ki titiz bir çalışma sonrasında bizim de onu çekmemizi isteyerek bu alış verişi kayıpsız sonlandırdık:)
![]() |
Westminster Abbey |
Gelelim kraliyet ailesinin kilise düğünlerine ev sahipliği yapan Westminster Abbey'e ait detaylara. Tek kelime ile şu ana kadar gezdiğim en güzel kilise. Buraya kilise demek de ne kadar doğru bilemiyorum ama biraz saray biraz müze belki. Ama hafızalardan silinmeyecek kadar büyüleyici. Her bir resim, heykel ve oda detaylı şekilde girişte verilen kulaklıklar yardımı ile sesli anlatılıyor. Önermekte asla sakınca görmediğim bir yer; kesinlikle gidin asla pişman olmayacaksınız. Buraya gelmenin en güzel yanlarından biri de çok fazla turistik noktayı da eş zamanlı ziyaret edebilecek olmanız. Westminster Abbey, etrafında ünlü saat kulesi Big Ben'i ve 1000'den fazla odası olan Westminster Sarayı ya da Parlamento Binası olarak bilinen görkemli binaya komşu. Diğer bir turistik simge olan London Eye da uzaktan size göz kırpmaya başlıyor. Bir yandan da hep duyduğumuz kırmızı telefon kulübeleri, soldan akan trafiğin yarattığı şaşkınlık ve 2 katlı otobüsler yavaş yavaş Londra ruhunu benimsetmeye başlıyordu. Trafiğin soldan akması olayı bir hayli değişik. Yayalar için caddelere önce sağa bakın diye uyarılar koymuşlar ve inanın hepsini okuyarak adımımı attığım 5 gün geçirdim. Kendi adıma kolay adapte olacağım bir şey değilmiş. Şoförü yanlış tarafta aramalar, yolun ters tarafında beklemeler bunların hepsi yaşandı😊
![]() |
London Eye |
Londra’nın çok geniş bir metro ağı olduğundan bahsettik. Elbette ki de faydalandık ancak benim yine tercihim şehri kaçırmamak için daha çok otobüs oldu. Hele ki 2 katlı kırmızı otobüslerin ön koltuğunu yakalarsanız hiç kaçırmayın; seyir zevki muhteşem. Londra’nın trafik anlamında da İstanbul’u aratmadığını söylemek zorundayım. Özellikle çok fazla yol çalışmasının olduğu bir zamana da denk gelmenin etkisiyle bazı caddelerde ciddi sıkışıklıklar vardı.
Yavaş yavaş karnımız acıkmaya başlamıştı. Fish and Chips için biraz erken diyerek daha öncesinde fazlaca şube sayısı olması sebepli her yerden karşınıza çıkacak "Pret a Manger"'da bir mola verelim istedik. Londra’da da çok fazla para harcayarak yemek yiyeceğiniz lüks restoranlar olmakla birlikte orta ölçekli düzgün yemek yenecek yerlerin sayısına ve uygunluğuna hayret etmiştim. Kendi para birimlerinden düşünmenizi yine rica ederek, 1 pounda buradan orta boy bir kahve ve 3-4 pound ortalamasına da doyurucu sandviçler almıştık. Pound şu an 12 TL bile olsa sanıyorum hala bir Starbucks kahvesi fiyatına yaklaşamıyoruz.
London Eye için havanın açık olacağı zamanı kolladığımdan bugünü pas geçmeye
karar verdim. Bundan sonra şehrin kuzeyine doğru
ilerliyor ve Londra'nın 2 önemli meydanına yaklaşıyorduk. Günün geri kalanını, Leicester ve Trafalgar
meydanlarında kaybolup, ufak alışverişler yapmak için kullanmaya karar verdik. Özlemle beklenen Primark dükkanına da girmeden edemedik. İlk günden çok fazla vakit harcama niyetinde olmasak da fikir edinmek için biraz dolandık ve yine geleceğimize emin olduk:) Buralara yürüme mesafesinde
keşfedeceğimiz Covent Garden, China Town, Oxford Street ve Piccadilly için diğer
günleri bekleyiniz.
![]() |
Ulusal Galeri ve Trafalgar Meydanı |
![]() |
Trafalgar Meydanındaki Amiral Nelson Heykeli |
Trafalgar Meydanı, Londra'nın her daim kalabalık ve hareketli noktalarından biri. Meydanda dikkatinizi ilk olarak Amiral Nelson heykeli çekecektir. Müze konusunda size çok fazla güzel alternatif sunan bu şehrin en kıymetlilerinden Ulusal Galeri de burada. Ücretsiz olarak gezebileceğiniz bu müze için birkaç saatinizi ayırmanız gerektiğiniz hatırlatmak isterim. İçeriyi görmeden de girişte heykellerden havaya girmek mümkün.
Dolu dolu geçen bir günün ardından Londra'daki ilk akşam yemeğimize gelmişti sıra. Bunun için tercihimizi Leicester'da yer alan Burger & Lobster'dan yana kullanmaya karar vermiştik. Gittiğim yerlerde leziz hamburgerler yemeği seviyorum. Burası da listede başı çeken yerlerden birisiydi. Biz yediğimiz lezzetli hamburgerden oldukça keyif aldık; sizlere de öneririm. Ortalama hamburger fiyatı içerisinde patates kızartması ile birlikte 15 pound. Hamburger severlere bir alternatif daha vermem gerekirse Honest Burger de iyi puanlar almış bir başka restoran.
![]() |
Burger & Lobster |
2.GÜN
Londra'da sadece ikinci günümüz olmasına rağmen Haziran ortasında gri bir gökyüzüne uyanmamız bizi şaşırtmadı. Yağmur çok yağmasın da rahat gezelim temennileri ile kahvaltımızı tamamladık. Bugün gündem yine yoğun. 4 kişi devam edeceğimiz gezimizin öğle yemeğine kadarki zamanında ikili gruplar halinde olacağız. Benim Burak ile gideceğim ilk durak, şehrin merkezinin kuzeyinde kalan St Regents Parkı. Bu park İngiltere'de kraliyet parkları olarak adlandırılan yerlerden sadece biri. Hyde Park'ı ziyaretim sonrasında burasının yerinin çok daha ayrı olduğunu kendime itiraf etmiştim; sizlere de söylemiş olayım. İçerisinde Regent Üniversitesini ve Hayvanat Bahçesini barındırması da bonusu. Yine tertemiz, yürüyüş bisiklet ya da spor yapmak için uçsuz bucaksız bir alan. Ağaçları ve çok çeşitli çiçekleri ile beni metropolün ortasında ormandaymışım gibi hissettirmişti.
![]() |
St Regent's Park |
![]() |
St Regent's Park |
![]() |
St Regent's Park |
Gelmeden önce merak ettiğim bu park ve Camden Town'un haritada bu kadar yakın olduğunu görünce birlikte planlamıştım; iyi ki de öyle yapmışım. Parktaki huzur dolu dakikalardan sonra şehrin en renkli ve hareketli noktalarından birine gelmiştik. Burası uygun fiyatlı alışveriş için de sizlere sayısız seçenek sunan cıvıl cıvıl bir yer. Bu sırada diğer arkadaşların ne yapıyor derseniz onlar hayranı oldukları Sherlock Holmes müzesini ziyaret etmeyi tercih ettiler.
![]() |
Gordon Wine House |
Gezdiğimiz yerleri birbirimize anlatmak için saat 14:00 sularında Embankment İstasyonuna yakın Gordon Wine House'da buluşmuştuk. Gitmeden önce yer araştırırken enteresan gelmiş ve notlarıma almıştım. Mahzen olarak dekore edilmiş; şehrin içinde sizi bambaşka yerlere götüren bir mekan. Açık büfe tarzında aperatif seçenekler ile peynir tabağından oluşan bir mönü seçtik. Mükemmel atmosferi ve leziz şarabı ile de burada kalabileceğimiz süreyi uzattıkça uzattık. Sizlere de mutlaka tavsiye ediyorum.
Güne erken başladığımız için uzun listemizde bir yere daha tik atmak için hala vaktimiz vardı. Havanın da biraz açık olması manzaranın daha net olacağını düşündürdüğü için hemen London Eye için sıraya girdik. 20-30 kişilik camdan kapsüllerden oluşan bu mekanizma, şehri rahatça fotoğraflamak için dizayn edilmiş. Her kapsül ortalama 5 dakika durup biraz yükselerek her yeri görmenizi sağlanıyor. Dürüst olmak gerekirse buna binelim mi diyecek olursanız gerek yok derim. Benim şehirleri yukardan görme ve fotoğraflama arzum çok yüksek olsa da bunun için bir teras bar da işimizi görebilirdi. Ama o kadar geldik binmeden olmaz diyenlere de saygım sonsuz, bizimki biraz öyle oldu:)
![]() |
London Eye Kapsülünden |
![]() |
London Eye |
Yemek için seçtiğimiz yer daha çok lokal insanların tercih ettiği bir "food court" olmuştu. Victoria Market Hall olarak bilinen, çeşitli ülkelerin yemeklerinden deneyimleyebileceğiniz keyifli bir yerdi.
3.GÜN
Londra gezimizin ortasına gelmiştik bile. Yine yoğun bir gündem, gezilecek çok fazla yer bizi bekliyordu. Kahvaltının ardından güne British Museum ile başlamaya karar vermiştik. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen oluşan kuyruk neyse ki çabucak erimişti. Belki duymuşsunuzdur Londra'da çoğu müze ücretsiz. İstenirse bağış yapabileceğiniz şekilde oluşturulmuş. Gerçekten ayrıntılı gezmek istenirse sanıyorum 1 günü harcamanız gereken British Museum da yine ücretsiz görebileceğiniz müzelerden biri. Bu müzenin şöyle bir güzelliği vardı benim için. Ülkelere ya da medeniyetlere göre ayrılmış bölümlerden direkt istediklerime gittim. Daha ilgimi çekeceğine inandığım kısımları görmek için uzun uzun beklemek zorunda kalmadım. Mısır ve Roma İmparatorluğu ile Japon kültürünü detaylı görmek istemiştim. Bu hali ile benim için oldukça keyifliydi. Bunun dışında tüm binayı gezmemekle birlikte göz attığım başka bölümler de oldu. Dediğim gibi burası derya deniz. Gerçekten meraklıysanız uzun saatler burada çok rahat geçirilir. Kültür ve tarih ile dolu başlayan güne St Paul Katedrali ile devam ediyoruz. Almış olduğumuz pass burası için de geçerliydi. Yapımı 17.yüzyıla dayanan Anglikan kilisesi, hem kraliyet ailesinin hem de ülkenin ileri gelenlerinin çeşitli törenlerine ev sahipliği yapmaktaymış. Londra'nın önemli dini yapılarından olan bu katedral bizden de tam not almıştı.
![]() |
St Paul Katedrali |
![]() |
St Paul Katedrali |
Tarihi yerler bizi hep acıktırmıştır:) Bu sefer tatlı molamız için Türkiye'den tanıdık bir mağaza olan Marks & Spencer'ı seçmiştik. Bizde genelde büyük beden giyim alışverişlerinde tercih edilmesi ile bilinse de, bu marka İngiltere'de aslında giyim firmasından çok bir market gibi hizmet veriyor. Merakımızı cezbetti ve içeriye göz atmak istedik. İçerisinde giyimden, erzağa, ev tekstilinden, patiseri ürünlerine kadar her şey vardı. Özellikle sadece 1 Pound olduğuna inanamadığım kocaman tartlar bu markaya olan bakışımı da değiştirdi. Oldukça lezzetli ve 2 kişiyi tatmin edecek kadar da doyurucuydu. İlk gün Pret A Manger'da gördüğüm fiyatların oraya özgü olmadığını, bilinen iyi markalardan da çok uyguna bir şeyler alınabileceğine tanık olmuştuk.
Burada Londra gezime kısa bir ara veriyorum. İkinci kısım buradan devam edecek. Çok merak edilen, Tower Bridge, Covent Garden, Hyde Park, Buckingham Sarayı gideceğimiz yerlerden sadece bazıları. Görüşmek üzere:)
Londra ikinci kısım için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz:)
Yorumlar
P.S. Ben de seyahat planları yapmak konusunda iddialıyım ama senin girişin çok iddialı oldu :) eğer Londra'ya gitmek fırsat olursa, biletimi aldıktan sonra plan konusunda desteğini isterim :)
Yorum Gönder