BARSELONA
Bazı ülkeler ya da şehirler vardır ki daha adını ilk duyduğunuzda
kendinizi güneşin altında, pozitif enerji ile dolmuş, oldukça rahat ve özgür
hissettirir. Barselona da bende tıpkı bu hisleri uyandıran bir şehirdi. Gördüğüm bir resim, dinlediğim bir anı istemsizce içimi kıpır kıpır etmeye yeterdi. İlk kez yurt dışına çıkacak olan kişilerin listesine de üst sıralardan girmeyi başaran bu şehri ziyaret için herkes farklı bir sebep bulabilir. Futbol meraklıları için heyecanlı bir maç deneyimi, Akdeniz insanı ve yemeklerini keşfetmek için bir fırsat ya da unutulmaz eserleri görebileceği bir yer olması akla ilk gelenlerden. Bizim için de Barselona'yı seçme ve isteme sebepleri saymakla bitmezdi. Bu kadar istediğimiz yer için aksiyona geçelim dedik ve sevgili seyahat arkadaşım Şeyma ile bir hayli önceden Ekim ayına biletlerimizi aldık. Bu süre boyunca tabii ki
boş durmayacaktık. Barselona hakkında okuduklarımız ve dinlediklerimiz bizi
daha da hevesli hale getiriyor; bir hayli önceden bucket listler oluşturulmaya
başlanıyordu. Hele bir de hareketli İspanyol müzikleri ile yenecek leziz
yemekleri düşündükçe daha da sabırsızlanıyorduk. Siz de Gipsy Kings’ten "Volare" şarkısını duyuyorsanız 3 gece 4 gün bizimle Barselona’yı gezmeye hazırsınız
demektir.
|
Plaça De Catalunya |
1.GÜN
Barselona için olumlu duygulara sahip olmam için evren
önüme bir sürü kanıt sunuyor gibiydi. Nisan ayında aniden çıkan iş seyahati
sebepli aldığım vizenin bitiş tarihinin Barselona dönüşünün 1 gün sonrasına denk gelmesi hayatta şanslı olduğumu hatırlatan nadir anlardan biriydi.
Otelimizi de seçtikten sonra Ekim ayının gelmesini beklemek kalmıştı benim
için. Ekim ortasında mevsim normallerinin üzerinde seyrettiğini düşündüğümüz
güneşli bir günde Barselona’ya varmıştık. İspanyollar için söylenen “Akdeniz
İnsanı” yakıştırması pasaport kontrolünden geçerken bizi onun doğum günü partisine
gelmişiz gibi neşeyle karşılayan polisin tavrı ile kanıtlanmış oldu. Havalimanından şehir merkezine kalkan otobüslerle kolay bir şekilde ulaşımımızı sağlamıştık.Cazibe
merkezlerinden biri olan Casa Battlo’nun arka sokağında kalan Hotel HCC’ye
varmamız çok uzun sürmemişti. Şehrin en hareketli iki caddesi olan La Rambla ve Passeig De Gracia'ya oldukça yakın 3 yıldızlı temiz bir oteldi. Eşyalarımızı bıraktıktan sonra güzel havayı kaçırmadan listemizdeki
yerlerden başlamaya hazırdık. Otelimize yakınlığı sebebiyle ilk
durak yolumuzun üstü Casa Battloydu.
|
Casa Batllo |
Barselona şehrinden döndüğünüzde en çok akılda kalacak isim olan ünlü mimar Antoni Gaudi’nin dönemin ünlü ailelerinden Battlo ailesi için restore ettiği bir bina burası. Biz içeriye girmedik ancak dışarıdan fotoğraflamak ve dikkatli baktığınızda Gaudi'nin düşünce sistemine hayran olmamak elde değildi. Kemik şeklindeki sütunlar, küçük heykellerle bezenmiş ve bir çift göz bakıyormuş hissi veren balkonlar, renkli camlar ve Gaudi'nin çok sevdiği seramiklerle örülmüş duvarları muhteşemdi. Çatı kısmı ise ejderha derisini andıracak şekilde renklenmiş ve dizayn edilmişti. Hem bu şehrin hem de bu şehre çok büyük katkı sağlamış Gaudi ilk eseri ile bizi büyülemeyi başarmıştı. Çok fazla vakit kaybetmeden İspanya deyince ilk akla gelen yiyeceklerden biri olan Tapasların tadına bakmaya hazırdık. Bunun için seçtiğimiz yer Casa Battlo'ya yakınlığı ile hoşumuza giden Cerveceria
Catalana. Gitmeden yaptığımız araştırmalarda oldukça sevildiğini ve ilk sıralarda geldiğini okumuştuk. Haksız da değillermiş. Tapas denilen şey, ortaya paylaşım amaçlı gelen meze türü aperatif lezzetler. O kadar fazla çeşit var ki biz seçim yapmakta zorlandık:) Özellikle deniz mahsüllü olanları denemenizi tavsiye ederim. Ortalama kişi başı 15 Euro ödeyerek karnımız tok sırtımız pek bir sonraki rotamıza hazırdık.
Şimdi de şehrin en işlek ve insanların buluşma mekanı olan merkez noktası Katalonya Meydanına(Plaça de Catalunya) geliyoruz. Yukarıdaki fotoğrafta bir kısmının göründüğü buna ek olarak da heykellerle dolu, fıskiyeli göletlerin yer aldığı araç trafiğine kapalı daire biçimli bir alan. Bu meydan aynı zamanda şehrin en meşhur caddelerinden La Rambla'ya açılıyor. Birkaç km boyunca devam eden restoranlar ve mağazalar ile dolu, gezmesi çok keyifli bir cadde burası. Gözümüze çarpan hediyeliklerden de alarak oldukça yakınında olduğumuzu bildiğimiz pazar yeri Mercat De La Boqueria'ya doğru ilerliyoruz. Yurt dışında bizdekinin aksine üzeri açık/kapalı hem erzak alışverişi yapılacak hem de küçük masalar atılan ve yemek yenen yerlerin sayısı fazla. Burası da tıpkı öyleydi.Biz tok olduğumuz için biraz havayı koklamak biraz da canlı renkleri ile bizi kandıran meyvelerden alarak devam ettik.
|
Mercat De La Boqueria |
Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Bizim de aslında Barselona'nın görülmesi gereken yerlerinden biri olan Barri Gothic için istediğimiz zamanlar gelmişti. Akşam yemeği için oradaki meşhur Bacoa Burger'de karar kılmıştık. 10 dakikalık bir yürüşün ardından 3-4 masalı burgercide damak tadımıza çok uyan burgerleri afiyetle yemiştik.Oldukça büyük porsiyonlu burgerlerin fiyatı ortalama 7-8 Euro. Benim gibi gidilen yerlerde iyi burger tatmak isteyen biriyseniz gitmenizi tavsiye ediyorum. Sıra geldi bu bölgeyi keşfetmeye. İsminden de anlaşılabileceği gibi Gotik mimarisinin hakim olduğu şehrin en eski mahallesi. burası. Dar sokaklarından gezmenin keyfini çıkartacağınız, küçük mağazaları, sokak sanatçıları ve eğlence yerleri ile lokal halkın da vakit geçirmekten keyfi aldığı bir yer. İstanbul'da bile az görmeye başladığımız camdan cama asılı duran çamaşırlar sizi Barselona'nın farklı bir yüzü ile de karşılaştırıyor. Artık şans mıdır bilemem ama biz oradayken hafif atraksiyonlu bir zamana denk gelmiştik. Yakından gelen kavga seslerine müdahale etmeye gelen polisler ile ortam biraz kızışmıştı; lakin bu bizim uyguna bulduğumuz magnetleri almadan alanı terk edeceğimiz anlamına gelmiyordu:) Şehrin dokusuna, tarihine, yemeklerine doyduğumuz bir günün ardından otele dönmeye karar vermiştik. Gündüz ayrı hayran kaldığımız Casa Batllo gece de yine görkemini sürdürüyordu. Yarın yine program yoğun, dinlenmek lazım:)
|
Casa Batllo |
2.GÜN
Güzel bir uykunun ardından dolu dolu bir güne hazırdık. Otelimizin kahvaltısı gayet yeterli ve doyurucuydu. Özellikle patatesli ispanyol omleti yemeden otelden çıkamaz olmuştuk. Bugün ilk durağımız yine sevgili Gaudi'nin baş yapıtlarından yapımı hala süren La Sagrada Familia Bazilikasıydı. Otelden ortalama 2 km uzaklıktaki bu noktaya havanın güzelliği ve henüz yorulmamış olmamızın etkisi ile yürüyerek vardık. Yaklaşırken kıyısından köşesinde gördüğümüz yapı ve aniden beliren muhteşem bir miras... Dışarıdan heybetli oluşu, aslında yaklaşıp her noktasında fark edilen detayların, emeğin, özenin yanında hiçbir şey. Oldukça detaylı işlenmiş irili ufaklı heykelleri ve sayısız farklı uzunluktaki kulelerin uyumu inanılmazdı. Gerçekten ağızları açıkta bırakan her cephesi farklı dizayn edilmiş bu yapıya hayran kalmamak elde değil. Etrafında açılan hediyelik eşya tezgahlarından alışveriş yaptıktan sonra düşen şekerimize takviye zamanı gelmişti. Avrupa'daki çoğu yerinde karşımıza çıkan bizim tulumbadan hallice olan Churros'u tatmak için adresimiz "Churreria Sagrada Familia". Benim özellikle aramayacağım bir lezzet olsa da seveni çok. Burası da iyi temsilcilerinden biri diye anlıyoruz. Ortalama fiyat 3 Euro, porsiyonlar bir hayli büyük.
|
La Sagrada Samilia Bazilikası |
Buradan sonraki durak yine Gaudi'nin önemli bir eseri olan Park Güelldi. Ancak içerideki yoğunluktan dolayı giremedik ve kapıdan dönmek zorunda kaldık. Yarın sabah erken saat için biletlerimizi aldıktan sonra bir sonraki rota için hazırdık. Direkt otobüse binerek yolumuzu plajlarla dolu sahil şeridine çevirdik. Amerika'yı ilk keşfeden kişi olan Christopher Columbus adına yapılmış görkemli anıtı gördüyseniz Barselona'nın plajlarla dolu sahil şeridine gelmişsiniz demektir. Bunlardan en ünlüsü olan La Barceloneta plajında mevsim gereği denize girenlerin sayısı az olsa da sosyalleşme mekanı olma özelliğinden bir şey kaybetmemişti. Güneşin de tadını çıkarmak biraz da deniz havası almak için bu yürüyüş yolunun tadını çıkartmak istedik. Türkiye'den alışık olduğumuz küçük ayaklı tezgahlarda saat satan Afrikalı göçmenler, burada da yere sermiş olduklar muşambalarda ticaretlerine devam ediyordu:)
Oldukça turistik bir noktada olduğumuzdan, gitmeden önce hırsızlık ile ilgili uyarılara en çok dikkat etmemiz gereken yerlerden birinde olduğumuzu biliyorduk. Sizin de kalabalık yerlerde tedbirli olmanızı öneririm. Kilise ziyaretleri öncesi hem dinlenmek hem de bir şeyler yemek için ara sokaklarda Pizza Pazza adında çok şirin bir pizzacı bulduk. Kocaman dilimleri ortalama 3 Euro'ya yiyebileceğiniz bu yer ekonomik bir alternatif olarak notlarınızda olsun.
|
Barselona Katedrali |
Sıradaki 2 güzel yapıyı görmeden içimizi bir heyecan kaplamadı değil. Gaudi'nin elinin değmediği nadir eserlerden olan Barcelona Katedrali ve Santa Maria Del Mar Bazilikasını görmeye geldi sıra:) Barselona Katedrali, sivri hatlı mimarisi, kuleleri, dış cephesinde yer alan heykelleri, büyük ve renkli camları ile gotik mimarinin izlerini görebileceğiniz görkemli bir yapı. Ziyaretimiz esnasında kilise düğününe denk gelmemiz sebepli biraz tarihten uzaklamış olabiliriz. Adeta kendi kuzenimiz evleniyormuş gibi büyük bir dikkat ve sevgiyle töreni izleyip gelinliğin kritiğini yaparak çıktığımızı hatırlıyorum. Santa Maria Del Mar ise gotik mimarisinin özelliklerini taşımasına rağmen; iç dekorasyonu görmeye çok alışık olmadığımız sadelikteydi. Fazla vaktinizi almayacak bu bazilikayı yine de görmenizi öneririm.
Akşam yemeğini Barceloneta'ya çok yakın ve şık bir restoran olan 7 Portes Restoranında yapmayı tercih edebilirsiniz. Mutlaka önden rezervasyon yapmanızı öneririm. Fiyatlar ortalamanın üzerinde ancak buna değdiğini göreceksiniz. Her masaya geçmişten günümüze önemli kişilerin isimleri verilmiş. Bu anlamda ambiyansı da oldukça güzel. Kişi başı ortalama 50 Euro olarak düşünebiliriz. Bizde yürüyecek hal kalmadığı için yediklerimizi yarın eritiriz diyerek otobüs ile otelin yolunu tuttuk.
|
Barceloneta Plajı |
3.GÜN
Barselona'daki 3.günümüze şehrin ağır toplarını bırakmıştık. Dünden yaramız olan Park Güell'in ardından, Montjuic Tepesi ve Poble Espanyol ile dolu dolu bir gün bizi bekliyordu. Otelde yapılan doyurucu bir kahvaltının ardından yine Gaudi'nin topraklarına gelmiştik. Park Güell, Unesco Kültür Mirası listesinde olan, çok farklı bölümlerden oluşan büyük bir park aslında. Renkli seramik kaplı duvarları, hayvan figürlerinde oluşan heykelleri bize Casa Batllo'yu anımsattı. Sagrada Familia Bazilikasından aşina olduğumuz motiflerin uzun bir yol boyunca devam eden çok sayıda sütunlara işlenmesi dikkatimizi çekmişti. Her baktığınız noktası birbirinden farklı mimari özelliklere sahip bu eseri görüp hayran kalmamak elde değil. Turist yoğunluğunun hiç eksik olmadığını ve fotoğraf çekmek için bazı yerlerde sıraya girerek beklemeniz gerektiğini de hatırlatalım:) Ortalama 1.5 saatimizi geçirdiğimiz bu parktan, İspanya yatsın kalksın Gaudi'ye şükretsin diyerek ayrılıyoruz:)
|
Park Güell |
|
Park Güell |
Bir sonraki rotamız Montjuic Tepesi. Mesafeler uzak olduğu için biz otobüsle geldik. Metro da kullanılabilir ancak ben daha çok etrafı seyredebileceğim toplu taşıma araçlarını tercih ediyorum. Burası benim en keyif aldığım yerlerden bir tanesiydi. Birbirine çok yakın turistik noktaları barındırıyor. Sanırım bu gezimizde ilk kez şehri bu kadar yukarıdan görme şansı bulmuştuk. Yüksek bir tepede geniş bir alana yayılmış Montjuic Kalesi mutlaka görmenizi önerdiğim yerlerden biri. Sonrasında bakımlı ve büyük parklarını gezebilir oradan da tüm ihtişamı ile sizi bekleyen Katalan Ulusal Sanat Müzesinde mola verebilirsiniz. Meraklısı için Juan Miro müzesi de çok yakınlarda. Oldukça farklı cazibe noktalarını bir araya getirmesi sebebiyle yarım gününüzü rahatlıkla geçirebileceğiniz bir yer. Barselona'yı bizim için diğer şehirlerden ayıran en önemli özelliği tarihi binalarının yanı sıra, açık havada farklı tatları bulacağınız alanlar yaratmaları ve bunu da yeşile, manzaraya doyurarak ve de sizi sanattan uzaklaştırmadan yapmış olmasıydı. Son durağımız Poble Espanyol da bunun bir diğer kanıtı olacaktı.
|
Katalan Ulusal Sanat Müzesi |
Poble Espanyol,İspanya'nın kültürlerini merak eden, o zamanlarda yaşar gibi hissetmek isteyenler için oluşturulmuş bir açık hava müzesi aslında. İspanya'nın birçok köyü ziyaret edildikten sonra aynı özellikler korunarak oluşturulan binaları ve daracık sokakları ile bizi en çok kendine hayran bırakan yerlerden biri oldu. Restoranlar ve hediyelik eşya dükkanları ile de oldukça zengin olan bu yer aynı zamanda el işi atölyelerine katılmak isteyenler için de bulunmaz bir nimet. Hemen hemen her dükkanda bizlere ikram edilen küçük lezzetler de bu yerin sıcaklığını arttırmıştı. Sanki başka bir şehre gelmişsiniz ya da Barselona içinde gizli bir yer keşfetmişsiniz gibi hissedeceğiniz çok keyifli bir gezi durağı olacağına eminim.
|
Poble Espanyol |
|
Poble Espanyol |
|
Poble Espanyol |
Hava kararınca kadar bu güzel açık hava müzesinin keyfini çıkardık. Artık günümüz Barselonasına dönme vakti gelmişti. Passeig De Gracia caddesinde La Paelleria, Paellas & Tapas restoranında günün yorgunluğunu atmaya hazırdık. Adından da anlaşılacağı gibi yine leziz bir Paellayı, soğuk bir Sangria ile keyifle mideye indirmeye gelmiştik. Son günümüzün hakkını çok iyi vermiş olacağız ki bir hayli yorgun ama bir o kadar da mutlu bavulları toparlamak için otelin yolunu tuttuk.
4.GÜN
Maalesef bitti:( Uçağımız akşama doğru, biraz da vaktimiz var şehrin havasını solumak için. Kahvaltının ardından seyahatlerde uğramayı atlamadığımız birkaç mağazaya bakmak için kendimizi dışarıya atıyoruz. Kozmetik mağazası olan Rituals ve tarzını sevdiğimiz Desigual listenin üst sıralarında. Gitmeden önce yine bir şeyler atıştırma telaşında olduğumuz için hakkımızı Txapela'da yenecek leziz tapaslara saklıyoruz. Keyifle tapasların tadını çıkarırken tüm gezimiz de bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçiyor:) Yine benzer bir sonla bu şehirden ayrılıyoruz. Bavullarımızı otelden alıp, shuttle ile havalimanına doğru yola çıkıyoruz.
Biz gezdiğimiz her yerden çok keyif aldık. Bir günümüz daha olsaydı neler yapardık diye düşündük. Sizlere de alternatif olması adına kafamızda yerleri yazmak isterim. Parc de la Ciutadella, sahip olduğu yeşil alanlar, sunduğu yürüyüş parkurları ve büyük Hayvanat Bahçesi ile listemizde olurdu. Yine şehri yüksekten görmek ve de Kutsal Yürek Kilisesini ziyaret etmek için Tibidabo Tepesine çıkabilirdik. Gaudi dışında büyük eseler bırakmış Picasso'nun Müzesisini de programımıza alırdık. Futbol sever biri olsaydık Camp Nou Stadı buraya kadar gelmişken gezmeden gitmek istemeyeceğimiz bir yer olurdu.
Bu yazıyı okuyanlar arasında Barselona'ya seyahat etmiş kişilerin yine o günlerini gülümseyerek hatırladığına eminim. Gitmeyi düşünen kişilere umuyorum aradıkları motivasyonu vermişimdir. Şeyma ile birlikte gezilecekler listemize eklediğimiz bir sonraki şehir Madrid. En yakın zamanda onu da sizlerle paylaşmak dileğiyle...
**Pratik Bilgiler
- Barselona Katalonya özerk bölgesinin başkenti ve en büyük şehridir.
- Ortalama nüfusu 5.5 milyondur
- Schengen Vizesi ile giriş yapılabilmektedir. Kullanılan para birimi Eurodur.
- Şehrin tek havalimanı olan Barselona Uluslararası Havalimanı merkeze 10 km uzaklıktadır.
*Yeni rotalardan haberdar olmak isterseniz İnstagram adresi: lesmemoires8
GALERİ
|
Katalanya Ulusal Sanat Müzesi |
|
Park Güell |
|
Park Güell |
|
Pablo Espanyol |
|
Barselona Katedrali |
|
Barri Gothic Sokakları |
|
Montjuic Tepesi |
|
Paelle ve Sangria |
|
Monthuic Tepesi |
|
Park Güell |
|
Montjuic Kalesi |
|
La Rambla Caddesi |
|
La Sagrada Familia Bazilikası |
|
Montjuic, Katalan Ulusal Sanat Müzesi |
|
Park Güell |
Yorumlar
Yorum Gönder